Dementor's Kiss
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Dementor's Kiss


 
AnasayfaPortalAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney)

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Yazar Mesaj
Canoros Remus Watson
Ravenclaw IV. Sınıf & Bina Başkanı
Canoros Remus Watson

Erkek Mesaj Sayısı : 1757
Yaş : 26
En belirgin özelliği : Pek belirgin olmaması diyelim
Savaş Tarafı : Evet hala raf raf xD bir yıl oldu mu demeliyim sanırım
RP partneri : Ay-sun
Aysun Vaysun
Aygüneş (güneş - ay- yıldız - bulut - dünya - gezegen. İp atlıyolar ya hani xD)
Zidni kısaca
Kan Durumu : A- Rh
Quidditch Konumu : Arayıcı
Asa : Black İce
Ruh Hali : Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Canli10

Seviye
Rpg Gücü:
Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Left_bar_bleue45/50Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Empty_bar_bleue  (45/50)

Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Vide
MesajKonu: Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney)   Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Icon_minitime24/1/2010, 21:16

Kocaman yaza veda ediyorduk artık, günler ne de çabuk geçmişti, su gibi akmıştı hayat, her zaman böyle değil miydi? Bir bakıyorsun etrafına, karanlık, zifiri karanlık. Soğuk vuruyor tenine, üşüyorsun. Yalnızsın, korkuyorsun. Her şey üstüne üstüne geliyor kana susamış bir vampir gibi. Sıkıca yumuyorsun gözlerini, bekliyorsun. Ecelinin ruhunu bedeninden koparırmışçasına ayırmasını bekliyorsun. Bekliyorsun, tık yok. Bekliyorsun bir kaç saniye daha, "Ha gayret, bu işkenceden kurtuluyorum" diyorsun, ama hayır, hiçbir şey olmuyor. Şaşırıyorsun, ve tedirginlikle aralıyorsun gözlerini. Işığı görüyorsun, etrafındaki mutluluğu, canlılığı... Artık üşümüyorsun, güneş doğalı çok oldu çünkü, sense uyuyorsun, fark etmiyorsun zamanın bu hızlı akışını. Artık yalnız değilsin, çevrende sana her an yardımcı olan dostların var, seni hiç yalnız bırakmayacak olan iyi kalpli ve güvenilir dostlar...
İlk Sonbahar yağmuruyla uyanmıştı şehir, göğe uzanan ağaçların yaydığı temiz havayı içti ciğerler, gözlerde bir parıltı belirdi, görüldü yağmura eşlik eden yazdan kalma umut güneşi. Gün boyu yaprak kıpırdamamıştı, o derece güzeldi hava. Çok güzel bir gün olmuştu benim için, önce geçen Hogwarts'ta öğredindiğimiz büyüler için birkaç çalışma yapmıştım. Ardından kuzenim Emma'yla düello yapmıştık, tabii ki ölümcül bir düello olmamıştı bu, ama ilk kez onu yenmem, hem beni, hem de onu şaşırtmıştı. Güzelce kahvaltı yaptıktan sonra çıkmıştım evden, doyasıya gezmiştim koca şehirde. Akşama yakın tekrar eve dönmüştüm, üzerimi değiştirip Hogsmeade'in sokaklarına atmıştım kendimi, ve şimdi o sokaklarda yürüyorum, o büyülü sokaklarda. Güneş, ufukta nazlı nazlı süzülen bir prenses gibiydi. Artık ayı da görüyordum gökte, ne mutlu ki bu gece hilaldi. Derin bir nefes aldım, emdim havayı, ardından oldukça hassas görünen kapının küçük bir hareketle beni içeri buyur eden bir muhavız gibi geri savrulmasını sağladım. Domuz Kafası... Uzun süredir gelmemiştim buraya, oysa neredeyse hiç bir şey değişmemişti. Masaların dizilişi, duvarların rengi, en son gördüğümde masanın üstünde bulunan toz tabakaları bile hala oradaydı. Memnunuiyetimi şekilendiren tebesümüm, elimi havaya kaldırıp garsonu yanıma çağırana kadar yüzümde kalmıştı. Hala bir masaya oturmamıştım, en yakında, cam kenarında gözüme kestirdiğim masanın uygun olduğuna kanaat getirerek oraya doğru ilerledim. Asamı cebimden çıkardım ve tek bir bilek hareketimle masanın ve sandalyelerin üzerindeki tozun yok olmasını sağladım. İki sandalye vardı, kapıya yakın olan ve bir bacağğı kırılmak üzere olan sandalyeye oturdum, bu sandalyeyi gelecek arkadaşıma bırakmak kabalık olurdu. Yanıma gelen genç garsona baktım, işe yeni başlamış olmalıydı, gülümseyerek ona güven verdikten sonra dudaklarımı her zamanki sakinliğimle araladım:
"Bu masaya iki bardak kaymakbirası alabilir miyim?"
Garson, beni başıyla onayladıktan sonra masadan uzaklaşmaya başladı. Pencereden dışarıya çevirdim gözlerimi, buğulu camların ardındaki hayatı seyrettim. Hayat bir gülecek, bir hiddetlenecekti yüzümüze, bunu biliyordum. Amacımsa her iki tavıra karşı da soğukkanlı olmalı ve hüzünlenmemekti. Bu ise bazı yolardan geçiyordu, uzun zamandır düşündüğüm bir şey gibi, yeniden aşık olmak gibi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://dementorskiss.yetkin-forum.com/karakter-kartlary-f164/can
Lieselotte Lammerich
Hufflepuff V. Sınıf & Bina Başkanı
Lieselotte Lammerich

Kadın Mesaj Sayısı : 1604
Ruh Hali : Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Oylesi10

Seviye
Rpg Gücü:
Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Left_bar_bleue50/50Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Empty_bar_bleue  (50/50)

Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Vide
MesajKonu: Geri: Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney)   Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Icon_minitime13/2/2010, 12:29

Son birkaç gündür güneş hastalıklı bir çocuk gibi parlıyordu mavi gökyüzünde. Sonbahar ruhunu yavaşça alırken onun, her geçen gün biraz daha gizleniyordu bulutların ardına, biraz daha uykulu gülümsüyordu yeryüzündekilere. Rüzgar uzaklardan baharat kokularını çalıp getirirken deneyimli bir düşman gibi soğuğu enjekte ediyordu tedbirli olmayan bedenlere. Sonbahardı bu, ülkenin her yeri sonbahar kokuyordu artık günden güne. Baharat kokardı sonbahar, biraz tuzlu, biraz acılı. En çok da hüzün kokardı ama, kahkahalarla dolu, karamel tadında yazı bir kenara fırlatıp atan mevsime bu koku yakışırdı da zaten. Yaşanmışlıkların verdiği bir eşleştirmeydi bu, babamı sonbaharın hazan sarısına boyanmış bir gününde kaybettiğim için. Bu sabah diğer sonbahar sabahlarından farklıydı ama, sabah gözlerimi açtığımda, pencereden süzülüp yüzümü okşayan güneş ışıklarını hissettiğimde fark etmiştim bunu. Sonbahara inat son bir kez, tüm gücünü kullanarak geceye karşı verdiği savaşı yenen Güneş anne sevgisiyle kucaklıyordu Londra'yı.

Ay belli belirsiz kendini göstermeye başlamıştı öğle saatleri akşamı kovalarken. Bu manzara her zaman hoşuma giderdi, Güneş ve Ay'ı aynı gökyüzünde görmek görüşemeyen iki sevgilinin buluşması gibi gelirdi bana. Cadılar Bayramı tatili için bir haftalığına evlerimize dönmüştük hepimiz. Tatilin ikinci günü, kasvetli bir sabah penceremin camını tıklatan ufak baykuşun ayağına bağlanmış mektup Canoros'tandı, Domuz Kafası'na davet ediyordu beni. Sözcükleri okumamla yavaş yavaş açılmıştı uykum, sonra Quentin'in odasına koşup beni Hosmeade'e götürüp götüremeyeceğini sormuştum. Programı bozduğum için yüzü asılır gibi olsa da kıramadı beni, önümüzde birlikte geçireceğimiz bolca vakit vardı.

Üzerimde London'la özenle akşamdan seçtiğimiz askılı yazlık bir elbise vardı. Caroline son doğum günümüzde bana beyazını, London'a da lacivertini hediye etmişti. Üşürsem giyebileceğim hırkam çantamı astığım kolumdaydı. Diğer kolumdaysa Quentin vardı, sık sık yaptığım gibi yanısıra cisimlenecektim. Kendimi boşlukta hissedince bir an kusacağımı sandım ama demir kafes göğsümü sıkıştırır ve nefes almamı engellerken midem kendine geldi. Bulunduğum yerden uzaklaştığımı hissediyordum, kısa süre sonra ayaklarım tekrar yere değdiğinde topuklarımın üzerinde duramadım, bir süre Quentin'den destek alarak dengemi sağlamaya çalıştım ve başardığımda üzerime çekidüzen verdim. Canoros'un karşısına en güzel halimle çıkmak istiyordum. Quentin yanağımdan öpüp bana şans diledi, neler olduğu ve olacağı konusunda biraz fikri vardı. Gülümsedim, artık yalnızdım.

Hogsmeade her zamanki gibi can sıkıcı derecede kalabalıktı, birbirinden kesinlikle ilgisi olmayan büyücü ve cadılar kendi dertlerinin peşinde, kafalarında bin bir düşünceyle etraftakilere çarparak yürüyorlardı. Kimisinin cüppesi yırtık ve eski, adımları yavaş, nefesi pis kokuluydu. Kimisiyse iyi giyimli ve bakımlıydı. Ben iki gruba da dahil değildim, Hogwarts dışındayken cüppe giymeyi sevmiyordum, adımlarımsa ritmik olmasına rağmen hızlı değildi. Dans eder gibi, kimseye değmeden yürüyordum, aralarından geçerken arkamdan bakıyordu güzelliğimden etkilenen birkaç kişi. Bunun verdiği güvenle kiraz rengi dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Domuz Kafası'nın önünde durduğumda rahatlamak için derin bir nefes aldım ve gözlerimin önüne düşmüş olan bir tutam siyah saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım biçimli parmaklarımla. Dükkanın ağır kapısını itmeye çalışırken teninden mide bulandırıcı bir koku yayılan, sakalları uzun süredir kesilmemiş, çirkin ve pek de tekin görünmeyen biri elini uzatıp açtı kapıyı benim için. "Hoşgeldin güzel kız. Bir şeyler içmek ister misin?" Uzattığı elini koparma dürtümle savaş verdim ve içeri girdim. Arkamdan geliyordu, hızlı adımlarla ilerledim, bir yandan da gözlerim Canoros'u arıyordu. Siyah saçları ve beyaz teniyle kilometrelerce öteden tanıyabilirdim onu, cam kenarındaki masalardan birinde oturuyordu. Arkamdaki adamın elini omzuma koymasına izin vermeyerek yürüdüm ona doğru. Gülümsemem tüm yüzüme yayılırken sandalyeye oturdum. "Merhaba, çok beklememişsindir umarım." Sesimde kendime güven vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Canoros Remus Watson
Ravenclaw IV. Sınıf & Bina Başkanı
Canoros Remus Watson

Erkek Mesaj Sayısı : 1757
Yaş : 26
En belirgin özelliği : Pek belirgin olmaması diyelim
Savaş Tarafı : Evet hala raf raf xD bir yıl oldu mu demeliyim sanırım
RP partneri : Ay-sun
Aysun Vaysun
Aygüneş (güneş - ay- yıldız - bulut - dünya - gezegen. İp atlıyolar ya hani xD)
Zidni kısaca
Kan Durumu : A- Rh
Quidditch Konumu : Arayıcı
Asa : Black İce
Ruh Hali : Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Canli10

Seviye
Rpg Gücü:
Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Left_bar_bleue45/50Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Empty_bar_bleue  (45/50)

Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Vide
MesajKonu: Geri: Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney)   Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney) Icon_minitime16/8/2010, 16:23

Yaklaşık beş dakikalık bir bekleyişin sonunda kapının kulaklarımda uğuldayan, iç gızıklatıcı bir cızırtıyla açıldığını fark ettim. Kafamı kaldırıp o yeni baktığımda, kötü görünümlü, uzun sakallı bir adamın içeri girdiğini gördüm. Gerçekten mide bulandırıcı bir hali vardı. Tam önemsiz olduğunu düşünüp kafamı yeniden masama indirecekken, adamın kapının dışına doğru hızlı hızlı konuştuğunu fark ettim. Ağız kokusu buraya kadar geliyordu, en kısa zamanda banyo yapması gerekiyordu. Kapının dışına doğru baktığımda, gözlerimin kamaştığını hissettim. Dışarıda bembeyaz elbisesiyle beni dolunaydan bile daha fazla etkileyen, hayatımı adadığım nadir insanlardan biriydi kapıdaki, ama aralarından en önemli olanıydı o, Lieselotte idi o. Kıpkırmızı dudaklarının üzerinde, baktığımda beni her zaman derin bir okyanusun ortasındaymış gibi hissettiren o güzel gözleri, her zaman biraz hüzünlü, biraz umutlu bakışlarıyla süzüyordu adamı; ama onların ötesinde bir telaş vardı sanki o gözlerde. Kapıdaki adamdan tedirgin olduğunu hissettiğimde ayapa kalkmaya yeltendim; fakat aynı anda o da içeriye adımını attı, beni görür görmez de yanıma doğru gelmeye başladı. Garip olansa, gözlerinde hala aynı tedirginlik olmasıydı, ve o anda, o sakallı adamın hala arkasından gelmekte olduğunu gördüm. Garip bir şeyler vardı, ben adamın yüzünü en tepedeki saç telinden çenesine kadar süzerken Liselotte yanıma geldi ve oturdu, onun konuşması bana her zaman cesaret verir, beni kendime getirirdi. Yine o konuşmaya başladığında, beynimde bir şimşek çaktığını fark ettim.

"Merhaba, çok beklememişsindir umarım."

Soru iması taşıyan cümlesine bir cevap bulamayacaktı; çünkü ben gözlerimi sakallı adamın gözlerinden hala çekmemiştim. Onu daha önce görmüştüm, canlı olarak değildi; ama Yoldaşlığın önemli üyelerinden olan kuzenim, bana onun fotoğrafını göstermişti. Üç ay önce çok önemli bir yoldaşlık üyesini ailesiyle beraber öldürmüş ve kaybolmuştu. Ve şimdi o adam, tam karşımda, kocaman gözbebekleriyle benim gözlerime konsantre olmuştu. Fazladan sakalı ve bıyığı vardı, üstelik fotoğrafta saçları bu kadar uzun değildi, bu haliyle tanımak çok güçtü; ama o olduğundan da adım kadar emindim. Ben bunları düşünürken birkaç şey yaklaşık on saniye içinde oldu. Elimi cebimdeki asama uzattım, adam yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle Domuz Kafası'nın kapısına doğru koştu, kapıyı itip dışarı çıktı ve sokak boyunca koşmaya başladı, ben hızla pencereyi açtım ve asamı dışarıdaki adama doğrultup "Petrificus Totalus!" diye fısıldadım. Adam trajik bir şekilde durdu, kollları vüdunun yanlarında bedenine bitişik bir şekilde yere devrildi. Asamı gökyüzüne doğrultarak bu sefer "Expecto Patronum!" diye fısıldadım. Asamın ucundan çıkan gümüşi bir kurt, dört nala gökyüzüne yükseldi. Yaklaşık on saniye sonra yere devrilen adamın çevresine toplanmış insanların ortasında iki siluet belirdi. Biri tabii ki Emma idi, diğeri ise onun yoldaşlıktan bir arkadaşıydı. Hızlı bir şekilde yerde boylu boyunca yatan adamla ilgilenmeye başladılar. Bense olanları şaşkınlıkla izleyen Lieselotte'ye döndüm. Kesinlikle onu hiçbir zaman yardıma muhtaç, çaresiz, olanları korkuyla izleyen biri olarak canlandırmak yanlıştı gözlerde. O çok iyi bir savaşçıydı, onu hiçbir zaman hafife almazdım. Gözlerindeki şaşkınlık birkaç saniye sonra geçmişti.
"Buluşmamızın böyle bir şey olmasını ummamıştım, tüm olanlar için özür dilerim. Her neyse, unutalım şimdi bunları. Çok beklememiştim, birkaç dakika yalnızca."
Çaresizlik içinde durdum, aklıma söyleyecek bir şey gelmiyordu, ben de hoşbeşle başlamaya karar verdim.
"Eee, nasılsın, tatil nasıl gidiyor?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://dementorskiss.yetkin-forum.com/karakter-kartlary-f164/can

Sonbahar güneşi (Canoros - Sydney)

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Dementor's Kiss :: Son Dönem :: Rol Oyunları. -
Bedava forum kurmaya hazir misin ? | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar